Sırlar

Derin olan kuyular değil kısa olan iplerdir. Sorunlarımız ,sorularımız aşklarımız ve hayata dair neyimiz varsa engel, bu kuyulardan çıkmak için kalınmı kalın , saglammı saglam , uzunmu uzun kalplerimiz ve akıllarımız var yani demem şu ki dostlar , sizden başka siz yok şu çaresiz dünyada,anlayacagınız Çaresizseniz , Çare  sizsiniz !



Baldan Umut....



Köyün birinde arıcılıkla uğraşan bir ailenin beş altı yaşlarındaki çocuğu yemeden içmeden kesilivermiş. Su ve bal dışında bir şeyin yüzüne bakmıyormuş. Ne ekmek, ne süt, ne şeker kesinlikle yemiyormuş. Ailenin, akrabaların, arkadaşların, tüm köy halkının çabaları işe yaramamış. Ufaklık balı parmaklıyor, başka hiçbir şeyi ağzına koymuyormuş. Gitikçe zayıflayan çocuğu doktor doktor, hoca hoca gezdirmişler. Büyülere, telkinlere götürmüşler. Para etmemiş. Çocuğun gözü baldan başka bir şey görmüyormuş. Tabii ağzı ve midesi de öyle...

Sonra bir gün bilen kişiler bir erenden övgüyle bahsetmişler. Her gün bir kapıya giden aile, iskelete dönen çocuğu alıp eren kişinin kapısına varmış. Yaşlı adam onları uzun uzun dinledikten sonra bir iç geçirmiş ve demiş ki:
- "Bilmiyorum, belki elimden bir şey gelir ama bana on gün müsaade etmeniz gerekir. Yine de size söz veremem. On gün sonra ne olur bilemem. Belki bir yardımım dokunur."
Ailenin tüm ısrarlarına rağmen yaşlı adam on gün sonra görüşmek üzere onları yolcu etmiş.

On gün boyunca çocuğu kapı kapı gezdiren, ufaklığın hiçbir telkin tınmayan sabit bakışlarını ve iyice güçsüzleşen bedenini umutsuzca izleyen aile, on gün sonra yaşlı adamın karşısına çıkmışlar. Yaşlı adam sabırsızlıkla kendisine bakan anneyle babanın elinden çocuğu tutup yanına çekmiş, ona şöyle bir bakmış:
- "Baldan başka şeyler de yeniyor, daha iyi oluyor..." demiş ve bir parça ekmek uzatmış. Çocuk da başını sallayıp ekmeği kemirmeye başlamış.

O günden sonra her şeyi yemeğe başlayan çocuğun ailesi bayram etmiş tabii. Ama babası bir yandan da büyük bir meraka düşmüş. "Bu dervişin söyledilerini bin kere başkaları da söyledi. Daha güzel, daha etkileyici laflar edenler de oldu. Ama çocuk niye bu adamı dinledi? İhtiyardaki keramet nedir? Dur hele... Belki işime yarar... İşin sırrını öğrenirsem herkese istediğim her şeyi yaptırırım" deyip yaşlı adamın peşine düşmüş. Onu görür görmez dolambaçlı yollardan sorusunu sormuş.

Derviş bu karmaşık laflar içindeki soruyu farkedince gülümsemiş. "Basit" demiş. "Ben de bal düşkünüyüm. Kulübenin arkasında iki kovan var. Bazı günler sadece bal yiyorum. Başka şey yemek hiç canım istemiyor. Zorunluluktan yiyorum. Siz çocuğu getirdiğinizde ağzımdan çıkan sözün sahibi olmak için on gün müsaade istedim ve on gün ağzıma bal koymadım. Zor oldu ama başardım. Gördüm ki baldan başka şeyler de yenirmiş. Bunu söyledim. Çocuk benim kendi söylediklerime yürekten inandığımı hissetti. Bu nedenle inandı" demiş ve keramet avcısı babanın gözlerine bakıp sözlerini şöyle bitirmiş:

"Yürekten akan sözler yüreğe akar. Ağızdan çıkan sözler ise bir kulaktan girer bir kulaktan çıkar..." 

----------------------------------------------------------------------------------------------------

DENİZ YILDIZI

Yazı yazmak için okyanus sahillerine giden
bir yazar, sabaha karşı kumsalda dans eder
gibi hareketler yapan birini görür.
Biraz yaklaşınca , bu kişinin sahile
vuran denizyıldızlarını, okyanusa atan genç bir
adam olduğunu fark eder.

Genç adama yaklaşır:
- Neden denizyıldızlarını okyanusa atıyorsun?
Genç adam yanıtlar;
- Birazdan güneş yükselip, sular çekilecek.
Onları suya atmazsam ölecekler.
Yazar sorar;
- Kilometrelerce sahil , binlerce denizyıldızı var.
Ne fark eder ki?
Genç adam eğilir, yerden bir denizyıldızı
daha alır, okyanusa fırlatır.
- Onun için fark etti ama...

 

 ----------------------------------------------------------------------------------------------------

1995 den ironik bir sır dostlarım herkes algılamak istediklerini algılar.

dediğim gibi aşık olmak yetmedi yetmezde sevmek saygı duymak önemsemek arkadaş olmak insan olmak çok önemli değil onlar olmadanda oluyormuş
bize ayrılan sürenin sonuna kadar gelelim yeter nasıl nereden ne zaman ne için geldiğimiz gibi kavramların pek önem yok dostlar yiyelim içelim ihtiyaçlarımızı karşılayalım ve ihtiyaçlarımız dahilinde cümleler kuralım
bu moderen dünyada birazda biz kaypak olalım dimi
sanal olalım sağduyusuz olalım sinirlenmeyelim hissetmeyelim duymayalım görmeyelim sevmeyelim sormayalım üzelim üzülelim
üste çıkalım
yoralım yormak için gerekirse yorulalım ama illaha ki yoralım olmazmı

yargılayalım
ama algılamayalım
sevilelim ama
sevmeyelim
üzelim
ama üzülmeyelim

atmosfer dahilindeki muadil her konudan ağzı yanmış biri olarak şunu söyleyebilirim

süt ve süt ürünlerine alerjim var

adım yalnızlık soyadım hüzün
galiba ben bu dünyadan değilim
...
        
TANER KOKRMAZ 
10,12,2005  KASTAMONU 

----------------------------------------------------------------------------------------------------

Padişahın İşi Ne ?

Sultan Murad Han o gün bir hostur. Telaseli görünür. Sanki bir seyler söylemek ister sonra vazgeçer.Neseli deseniz degil, üzüntülü deseniz hiç degil. Veziriazam Siyavus Pasa sorar:
-Hayrola efendim, caninizi sikan bir sey mi var?
-Aksam garip bir rüya gördüm.
-Hayirdir insallah?..
-Hayir mi ser mi ögrenecegiz.
-Nasil yani?
-Hazirlan, disari çikiyoruz.
Ve iki molla kiliginda çikarlar yola. Görünen o ki, padisah hâlâ gördügü rüyanin tesirindedir ve gidecegi yeri iyi bilir.
Seri, kararli adimlarla Beyazit'a çikar, döner Vefa'ya, Zeyrek'ten
asagilara sallanir. Unkapani civarinda soluklanir. Etrafina daha bir dikkatle bakinir.
Iste tam o sirada yerde yatan bir ceset gözlerine batar, sorarlar;
-Kimdir bu?
Ahali:
-Aman hocam hiç bulasma, derler.Ayyasin meyhusun biri iste!..
-Nerden biliyorsunuz?
-Müsaade et de bilelim yani. Kirk yillik komsumuz... Bir baskasi lafa girer;
-Biliyor musunuz, der. Aslinda iyi sanatkârdir.Azaplar çarsisi'nda çalisir. Nalinin hasini yapar...Ancak kazandiklarini içkiye, fuhusa harcar.Hem Şise Şise sarap tasir
evine, hem de nerde namli mimli kadin varsa takar pesine..
Hele yaslinin biri çok öfkelidir.
-Isterseniz komsulara sorun, der. Sorun bakalim onu bir cemaatte gören olmus mu?..Hasili, mahalleli döner ardini gider. Bizim tedbili kiyafet mollalar
kalirlar mi ortada!..
Tam vezir de toparlaniyordur ki, padisah keser yolunu :
-Nereye?
-Bilmem, bu adamdan uzak durmayi yeglersiniz sanirim.
-Millet bu, çeker gider. Kimseye bir sey diyemem... Ama biz gidemeyiz,söyle veya böyle tebamizdir. Defini tamamlamak gerek.
-Iyi ya, saraydan birkaç hoca yollar, kurtuluruz vebalden.
-Olmaz, rüyadaki hikmeti çözemedik daha.
-Peki ne yapmami emir buyurursunuz?
-Mollaliga devam... Naasi kaldirmaliyiz en azindan.
-Aman efendim, nasil kaldiririz?
-Basbayagi kaldiririz iste.
-Yapmayin, etmeyin sultanim, bunun yikanmasi, paklanmasi var. Tekfini,telkini...
-Merak etme ben beceririm. Ama önce bir gasilhane bulmaliyiz.
-Surada bir mahalle mescidi var ama...
-Olmaz, vefat eden sen olsaydin nereden kalkmak isterdin?
-Ne bileyim, Ayasofya'dan, Süleymaniye'den, en azindan Fatih Camii'nden...
-Ayasofya ile Süleymaniye'de devlet erkani çoktur. Taninmak istemem. Ama Fatih Camii'ni iyi dedin. Hadi yüklenelim...
Ve gelirler camiye. Vezir saga sola kosturur, kefen tabut bulur. Padisah bakir kazanlari vurur ocaga... Usulü erkaninca bir güzel yikarlar ki, naas;
ayan beyan güzellesir sanki. Bir nurdur, aydinlanir alninda. Yüzü sâkilere benzemez. Hem manâli bir tebessüm okunur dudaklarinda. Padisahin kani isinmistir bu adama, vezirin de keza... Meçhul nalinciyi kefenler, tabutlar, musalla tasina yatirirlar. Ama namaz vaktine bir hayli vardir
daha...Bir ara vezir sikintili sikintili yaklasir.
-Sultanim, der. Yanlis yapiyoruz galiba...
-Nasil yani?..
-Heyecana kapildik, sorup sorusturmadan buraya getirdik cenazeyi. Kim bilir belki hanimi vardir, belki yetimleri?..
-Dogru, öyle ya, neyse... Sen basini bekle, ben mahalleyi dolanip geleyim.Vezir, cüzüne, tesbihine döner, padisah garip maceranin basladigi noktaya
kosar.Nitekim sorar sorusturur. Nalincinin evini bulur. Kapiyi yasli bir kadin açar.Hadiseyi metanetle dinler. Sanki bu vefati bekler gibidir.
-Hakkini helal et evladim, der. Belli ki çok yorulmussun. Sonra esige çöker, ellerini yumruk yapar, sakaklarina dayar... Aglar mi? Hayir. Ama gözleri kisilir, hatiralara dalar belki. Neden sonra silkinip çikar hayal
dünyasindan...
-Biliyor musun oglum? Diye dertli dertli söylenir... Bizim efendi bir âlemdi, vesselam... Aksamlara kadar nalin yapar... Ama birinin elinde sarap sisesi görmesin; elindekini avucundakini verir satin alirdi. Sonra getirip
dökerdi helaya!..
-Niye?
-Ümmeti Muhammed içmesin diye...
-Hayret...
-Sonra, malum kadinlarin ücretlerini öder eve getirirdi. Ben sizin zamaninizi satin aldim mi? Aldim, derdi. Öyleyse simdi dinlemeniz gerek... O çeker gider, ben menkîbeler anlatirdim onlara... Mizrakli ilmihal.
Hücceti islam okurdum...
-Bak sen! Millet ne saniyor halbuki...
-Milletin ne sandigi umrunda degildi. Hos, o hep uzak mescidlere giderdi.
Öyle bir imamin arkasinda durmali ki, derdi. Tekbir alirken Kabe'yi
görmeli...
-Öyle imam kaç tane kaldi simdi?
-iste bu yüzden Nisanci'ya, Sofular'a uzanirdi ya... Hatta bir gün; Bakasin efendi, dedim. Sen böyle böyle yapiyorsun ama komsular kötü belleyecek. Inan cenazen kalacak ortada...Dogru, öyle ya? Kimseye zahmetim olmasin deyip, mezarini kendi kazdi bahçeye. Ama ben üsteledim. is mezarla bitiyor mu, dedim. Seni kim yikasin, kim kaldirsin?
-Peki o ne dedi?
-Önce uzun uzun güldü, sonra;
-Allah büyüktür hatun, dedi. Hem padisahin isi ne?

----------------------------------------------------------------------------------------------------

Bir Kadın Değil Bir Hayat Seçersiniz Çünkü...!

 
 
Bir erkeği,

Hayatın içinde kadınlar gezdirir.

Bir Kadın Değil Bir Hayat Seçersiniz Çünkü...!


Hayatın katları arasında kadınlar dolaştırır.

Zevkli bir kadına rastlarsanız zevkiniz,

Bilgili bir kadına rastlarsanız bilginiz,

Esprili bir kadına rastlarsanız espriniz,

Zeki bir kadına rastlarsanız zekanız gelişir.

Hayat seçtiğiniz kadındır.

Bir kadın değil bir hayat seçersiniz çünkü... 

----------------------------------------------------------------------------------------------------

DOSTLARIM FARKINDAYIM BİRAZ UZUN BİR HİKAYE AMA OKURSANIZ GERÇEKTEN SEVİNİRİM
SİZDE BİLİYORSUNUZ GEREKSİZ BULDUĞUM BİRŞEY İÇİN GÖZLERİNİZİ ASLA YORMAM UMARIM BENDEKİ ETKİYİ SİZDE DE YARATABİLİR SEVGİLİSİNİN DUYGUSUZ OLDUĞUNDAN YAKINANLARA DUYGULU BİR HİKAYE


Sabah uyandığında midesinde bir yanma hissetti.
Yanmanın nedeni aksam yedikleri değil,uyanır uyanmaz bugün
yapacaklarının aklına gelmesiydi.
Bugün 2 yıldır götürmeye çalıştığı bir birlikteliği bitirecekti.
Aslında bunu yapmakta geç bile kalmıştı.
Bitmeli dedi içinden,her gün bu tatsız uyanış bitmeli.’
Genç adam bunları düşünürken suratı şekilden sekile giriyordu.
Süratle giyinerek dışarı çıktı. Bugüne kadar hiç bekletmemişti onu, simdi de bekletmemeliydi.
İstanbul, soğuk ve yağmurlu bir Nisan ayı yasıyordu.
Genç adam gökyüzüne bakarak iç geçirdi; ’Bulutlar bizim
yasayacaklarımızı biliyor. onlar bile ağlıyor halimize...’
BULUSMA VAKTI...
Artık Kadıköy iskelesindeydi. Birkaç dakikalık beklemeden sonra
karsıdan kız arkadaşının geldiğini gördü.
Simdi midesindeki ağrı daha da artmıştı. Beşiktaş’a geçtiler. Yolculuk
sırasında hiç konuşmadılar.
Genç kız,sevgilisinin bu durgunluğuna anlam verememişti.
Nereden bilecekti bugün ayrılık çanlarının çalacağını...
Beşiktaş’a geldiklerinde bir cafe de
oturdular.
Genç kız anlamıştı sevgilisinin kendisine bir şey söylemek istediğini.
’Bana bir şey mi söylemek istiyorsun’ diye sordu. Genç adam gözlerini
kaçırarak ’Evet’ dedi. Genç kız heyecanlanmıştı, biraz da sinirlenerek ’Söylesene, ne diye
bekliyorsun’ dedi.
Genç adam içini çektikten sonra ’Sence biz nereye kadar gideceğiz?’
diye sordu.
Genç kız, ’Bunu sorma gereğini niye duydun?’ diye yanıt verdi.
Genç adam söze başladı...
’’Birkaç ay önce aksam 23:00 civarında sana telefon açıp senin için
yazdığım şiiri okumak istemiştim.
Sen bana ’Sırası mi simdi canim yaa, isin gücün yok mu?’ demiştin.
Biliyor musun o an nakavt olan bir boksör gibi
hissettim kendimi.
Özür dileyip telefonu kapatmıştım.
Daha sonra da bu şiiri benden hiç istememiştin.
Geçenlerde hasta olup yataklara düştüğümde arkadaşlarımla birlikte sen
de gelmiş, Meralin ’Sen şanslısın, sevgilin sana bakar’ sözüne ’İşim
yok da sana mi bakacağım, annen baksın’ demiştin.
Hatırladın mı?’’
DUYGUSALLIGI SEVMEM...
Genç kız, ’Biliyorsun ben duygusallığı sevmiyorum.
Hem hasta bakici gibi göründüğümü de kimse söyleyemez’ diye
yanıtladı. Genç adam güldü, ’Evet canim haklisin.
Zaten olmak istesen de bu kalbi taşıdığın sürece hasta bakici, hemşire
falan olamazsın.
’ Genç adam devam etti...
’Bana şimdiye kadar kaç kere sabahın erken saatlerinde güzel
sözcüklerden oluşan bir mesaj çektin? Hiç...
Hatta günün hiçbir saatinde çekmedin.
Duygusallığı sevmeyebilirsin.
Ama sen seni seven insanları da mutlu etmeyi sevmiyorsun.
Halbuki ben senin tam tersine kendimden çok insanları mutlu etmeyi
seviyorum. Seni tanıdığımdan beri her sabah, her aks*** her gece yani seni andığım
her saat tatlı bir mesajım vardı senin için
biliyor musun? Seninle ben AKLA KARA gibiyiz.
’ Genç kız anlamıştı, ’Yani ne istiyorsun benden sair olmamı mı?
’ Genç adam tekrar gülümsedi içinden.
Dün gece verdiği ayrılık kararının ne kadar doğru olduğunu düşündü.
’Hayır’ dedi, ’Sair olmanı istemiyorum.
Olamazsın da...
BIZ AYRILMALIYIZ.
Ayrılırsak ikimiz için de en hayırlısı olacak.’ Genç kız şaşırmıştı,
’Neden ama? Ben seni seviyorum. Senin de beni sevdiğini sanıyordum.’
Genç adam iç çekerek ’Hayır canim, sen beni sevdiğini sanıyorsun.
Eğer beni sevseydin simdi başka şeyler konuşuyor olurduk’ dedi.
Genç kızın gözleri yaşarmıştı. Genç adam cebinden çıkarttığı mendili
uzattı, genç kız gözyaşlarını silerek
’Sen bilirsin, umarım beni bir başkası için bırakmıyorsundur...’ dedi.
Genç adam ’Nasıl böyle bir şey düşünürsün, senden başka kimse olmadı ve
uzun zaman da olacağını sanmıyorum’ yanıtını verdi.
Genç adam ve genç kız iki sevgili olarak oturdukları masada Artık iki yabancıydılar.
Birkaç dakika sessizce oturduktan sonra Genç kız, ’Kalkalım istersen’ dedi.
Genç adam ’Ben biraz daha burada kalmak istiyorum, istersen sen
kalkabilirsin’ diye yanıtladı.
Genç kız ’Tamam o zaman sana mutluluklar dilerim’ diyerek elini uzattı.
Genç kızın sesi ve eli titriyordu. Genç adam
’İstersen arkadaş kalabiliriz’ dedi ve birbirlerine son kez sarıldılar.
’BEN DOGRU YAPTIM..."
Genç adam doğru yaptığına inanıyordu.
Eve döndüğünde yürümekten bitap bir haldeydi.
Odasına girdi.
Gece bitmek bilmiyordu.
Sabah erken kalkıp ise gidecekti, uyumalıydı.
Birkaç saat sonra uykuya dalmayı başardı.
Sabah 7’de saatin ziliyle uyandı.
Evden çıkacağı zaman cep telefonuna baktı, mesaj ve 10 cevapsız arama vardı.
Yorgun olduğu için Duymamıştı telefonun sesini. Aramalar ve mesaj
sevgilisindendi. Heyecanla mesajı
açtı, şunlar yazıyordu:

SADECE ONLARI SEVMEYI SEVDIM,
HEPSINI ONLARSIZ YASADIM DA,
BIR SENI SENSIZ YASAYAMIYORUM,
BU ASKI TEK KALPTE TASIYAMIYORUM,
SANA YEMIN GÜZEL GÖZLÜM,
BIR TEK SENI SEVDIM,
VE SENI SEVEREK ÖLECEGIM,
ELVEDA BIRTANEM...


Genç adam şaşırmıştı.
Onu tanıdığı günden beri ilk defa şiir alıyordu ve üstelik sabahın
besinde yazmıştı.
Heyecanla onu aradı, telefonu Yabancı bir ses açtı.
Genç adam ’’Nalan’ la görüşebilir miyim?’’Dedi.
Ama karşısındaki ağlıyordu, hıçkıra hıçkıra hem de...
’Ben onun annesiyim yavrum, kızım bu sabah intihar etti.
Gece sabaha kadar birilerini arayıp durdu.
Sabah odasının ışığını sönmemiş görünce girdim. Yavrum kendini
asmıştı....’
YIGILIP KALDI...
Genç adam beyninden vurulmuşa döndü.
Bir gün önceki mide ağrısının İki katini çekiyordu simdi.
Olduğu yerde yığılıp kaldı...
Birkaç ay sonra iki doktor konuşuyordu hastanede.
Doktorlardan biri diğerine karsıdaki hastanın durumunu soruyordu.
Doktor yanıt verdi...’Haaa o mu? Üç ay önce
getirdiler. Kendisi yüzünden bir kız intihar etmiş.
O günden sonra cep telefonunu elinden hiç bırakmamış.
Devamlı bir şeyler yazıp birine yolluyor.
Geçenlerde merak ettim.
O uyurken gönderdiği numarayı aradım.
Numara 3 ay önce iptal edilmiş.
Gelen mesajlarda bir şiir var.
Bu adam duygusal mi bilmem ama benim anladığım Kadarıyla
şiiri yazan çok duygusal biriymiş...

"ÇEVRENIZDEKİ İNSANLARIN NE HİSSETTİĞİ YA DA NE DÜŞÜNDÜĞÜN DEN O KADAR
EMİN OLMAYIN, BAZEN BİR KALBİN, İÇİNDE NELER SAKLADIĞINI ÖĞRENDİĞİNİZDE
HERSEY İÇİN ÇOK GEÇ OLABİLİR..."

----------------------------------------------------------------------------------------------------

Hiçbirşey aynı kalmaz..

Hiçbirşey aynı kalmaz..
Budha bir ağacın altında öğrencileriyle otururuken bir adam gelir veyüzüne tükürür. Budha yüzünü siler ve adama sorar “başka? başka ne söylemek istiyorsun? “
Adam şaşırır, çünkü bir insanın yüzüne tükürülünce başka? diye sormasını beklememiştir. Böyle bir deneyimi yoktur. Daha önce insanları hep aşağılamıştır ve onlar da kızarak tepki vermiştir. Ya da korkudan gülümsemiş ve adama yaranmaya çalışmışlardır. Ama Budha ikisini de yapmamış, ne öfkelenmiş, ne de korkmuştur. Sadece düz bir şekilde başka? diye sormuştur.Tepki vermemiştir.

Ama Budhanın öğrencileri öfkelenir, tepki verir. En yakın öğrencisi Anandader ki: Bu çok fazla, buna tahammül edemeyiz. Sen öğretine devam et, biz deşu adama bunu yapamayacağını gösterelim. Cezalandırılması gerekiyor. Yoksaherkes aynı şeyi yapmaya başlar.

Buddha konuşur: Sesini çıkartma. O beni kızdırmadı, ama siz kızdırdınız. Obir yabancı, buralara yeni gelmiş. Benim hakkımda bir şeyler duymuş olmalı;bu adam tanrı tanımaz, tehlikeli, insanları yoldan çıkarıp yanıltıyor gibi şeyler. Benim hakkımda bir fikir edinmiş. O bana tükürmedi, kendi fikrine tükürdü; beni tanımıyor ki, bana nasıl tükürmüş olabilir? Eğer düşünürseniz,o kendi zihnine tükürdü. Ben onun bir parçası değilim, ve görüyorum ki bu zavallı adamın söyleyecek başka bir şeyi olmalı. Çünkü bu, bir şey söylemenin bir yolu; tükürmek bir şey söylemenin bir yolu. Bazen dilin yetmediğini hissettiğin anlar olur; derin sevgide, yoğun öfkede, nefrette,duada. Dilin yetmediği yoğun anlar olur. O zaman bir şey yapman gerekir.Derin sevgi duyduğunda, birine sarılırsın; ne yaparsın orada? Bir şey söylersin. Çok öfkelendiğinde birine vurursun, tükürürsün, bir şey söylüyorsundur. Bu adamı anlayabiliyorum. Söyleyecek başka bir şeyi dahaolmalı. O yüzden başka? diye sordum.

Adam daha da çok şaşırır! Ve Buddha öğrencilerine der ki: Siz beni daha çokkızdırdınız, çünkü siz beni tanıyorsunuz, benimle yıllarca yaşadınız, ama yine de tepki veriyorsunuz. Şaşıran, kafası karışan adam evine döner. Bütün gece uyuyamaz. Bir Budhagördükten sonra artık eskisi gibi uyumak zordur, mümkün değildir. Bu deneyim tekrar tekrar aklına gelir. Ne olduğunu kendine açıklayamaz. Titreme,terleme nöbetleri geçirir. Böyle bir adama hiç rastlamamıştır; bütün zihni,bütün kalıpları, bütün geçmişi dağılır.

Ertesi sabah geri döner. Budha nın ayaklarına kapanır. Budha sorar: Başka? Bu da sözle söylenemeyeni söylemenin başka bir yolu. Ayaklarıma dokunduğun zaman, sözcüklere sığmayan, sıradan dille anlatılamayan bir şey söylüyorsun.Budha devam eder: Bak Ananda, bu adam yine burda, bir şey söylüyor. Çok derin duyguları olan bir adam bu.

Adam Budha’ya bakar: “Dün yaptığım şey için beni affet.”

Budha cevap verir: Affetmek mi? Ama ben, dün o hareketi yaptığın adam değilim ki. Ganj nehri sürekli akıyor, o hiçbir zaman aynı Ganj değil. Her adam bir nehirdir. Senin tükürdüğün adam artık burada değil; aynı onun gibi görünüyorum, ama aynı değilim, bu yirmidört saatte öyle çok şey oldu ki! Nehirden çok su aktı. O yüzden seni affedemem, çünkü sana kızgın değilim.Ve sen de yenilendin. Görüyorum ki sen dün gelen adam değilsin, çünkü o adam kızgındı. O kızgındı, ama sen önümde eğilip ayağıma dokunuyorsun, nasıl aynı adam olabilirsin? Sen o değilsin, o yüzden bunu unutalım.

O iki adam;tüküren adam ve tükürülen adam, artık yok. Yakına gel. Başka şeylerden konuşalım."
 
 
-----------------------------------------------------------------------------------------
 
Derviş Kaşıkları
Bir gün sormuşlar ermişlerden birine; "Sevginin sadece sözünü edenlerle, onu yaşayanlar arasında ne fark vardır?" "Bakın göstereyim" demiş ermiş.
Önce sevgiyi dilden gönüle indirememiş olanları çağırarak onlara bir sofra hazırlamış. Hepsi oturmuşlar yerlerine. Derken tabaklar içinde sıcak çorbalar gelmiş ve arkasından da derviş kaşıkları denilen bir metre boyunda kaşıklar.

Ermiş; "Bu kaşıkların ucundan tutup öyle yiyeceksiniz" diye bir de şart koymuş. "Peki" demişler ve içmeye teşebbüs etmişler. Fakat o da ne? Kaşıklar uzun geldiğinden bir türlü döküp saçmadan götüremiyorlar ağızlarına.En sonunda bakmışlar beceremiyorlar, öylece aç kalkmışlar sofradan.

Bunun üzerine, "Şimdi..." demiş ermiş, "Sevgiyi gerçekten bilenleri çağıralım yemeğe." Yüzleri aydınlık, gözleri sevgi ile gülümseyen, ışıklı insanlar gelmiş oturmuş sofraya bu defa.

"Buyrun" deyince her biri uzun boylu kaşığını çorbaya daldırıp, sonra karşısındaki kardeşine uzatarak içmişler çorbalarını. Böylece her biri diğerini doyurmuş ve şükrederek kalkmışlar sofradan.

"İşte" demiş ermiş, "Kim ki hayat sofrasında yalnız kendini görür ve doymayı düşünürse o aç kalacaktır. Ve kim kardeşini düşünür de doyurursa o da kardeşi tarafından doyurulacaktır.

Şüphesiz şunu da unutmayın.

"Hayat pazarında alan değil, veren kazançlıdır her zaman..."
 
-----------------------------------------------------------------------------------------------------
 
Bilgece Bir Vasiyet
Ölmek üzere olan yaşlı bir baba, yatağının başına üç oğlunu çağırarak, onlara vasiyette bulunur: "Oğullarım, ben ölünce, birbirinize düşmemeniz için, size sahibi olduğum 17 deveyi paylaştırmak istiyorum. Miras olarak develerin yarısını büyük oğluma, üçte birini ortancaya, dokuzda birini ise küçük oğluma bırakıyorum."


Babalarının ölümünden sonra, mirası babalarının vasiyeti uyarınca paylaşmak üzere kardeşler bir araya gelirler. Fakat bir türlü işin içinden çıkamazlar. Mirası babalarının istediği gibi pay edemezler. Çünkü 17 sayısı ne 2' ye, ne 3' e, ne de 9' a bölünebilir.

"Bu işin üstesinden ancak köyün tecrübe ehli,yaşlı bilgesi gelir!" diye düşünüp, ona giderek, danışırlar.

Bilge kişi -"Benim bir devem var, onu da alıp yeniden hesap yapın!" der. Bu cömertliğe çok şaşıran oğullar, 18 deveyi pay etmeye girişirler. Önce ikiye bölerler, büyük oğul 9 develik payını alır. Sonra üçe bölerler, çıkan 6 deveyi de ortanca oğul alır. Daha sonra dokuza böldüklerinde 2 deveyi de küçük oğul alır.

Ama, bütün develeri paylaştıktan sonra ortada fazladan bir deve kalır, yine.

Oğullar bu duruma da bir çözüm getirmesi için yaşlı bilgeye başvururlar.

Bilge kişi güler ve: -"İyi öyleyse!" der. "Sorununuz çözümlendiğine göre, ben de devemi geri alayım."

Bilge kişi tıpkı bilgi gibi katalizör olarak olaya girer, çözümü sağladıktan sonra olaydan çıkar. Sorunu çözmede insanlara yardımcı olur, ama kendinden de bir şey eksilmez. Özellikle sevgi ve bilgi verdikçe azalmayan, daha da çok artan, tükenmez bir özelliğe ve güzelliğe sahiptir. İşte bilgelik ve bilge kişi budur.
 
---------------------------------------------------------------------------------------------------------
"Yansıtma Yasası"
Yeni bir günün telaşıyla hareketlenmiş sokaklardan birinde, büzüldüğü kaldırımın köşesinde, mışıl mışıl uyumaktaymış adam. Bu manzarayı görenler, farklı yargılara varmışlar.

"Bütün gece kumar oynayıp, yorgunluktan sızıp kalmış olmalı. Kumarbazlar böyledir işte," diye düşünmüş birisi.

Diğeriyse, "Zavallı, çok hasta herhalde. Onu uyandırmamalı. Kendine geldiğinde evine gider nasılsa," demiş ve yoluna devam etmiş.

"Şu hale bak!" diye söylenmiş ötekisi, "Pis sokak serserisi, insan müsvettesi! Bedava içki buldun; içip körkütük sarhoş oldun. Şimdi de yolumuzu tıkıyorsun."

Son şahıs ise, saygıyla adamın önünde eğilerek şöyle demiş : "Bir ermiş için Tanrı'dan başka hiçbir şeyin önemi yoktur. Şu anda kim bilir hangi boyutlarda dolaşıyor. Onu rahatsız etmemeli."

Metafizikçilerin önemini anlatmakla bitiremedikleri evrensel bir yasayı işliyor bu Hint hikayesi. İçimizdeki bir şeyleri daimi olarak dışarıya projekte ettiğimizi; yaşamın ekranında ancak kendimizde varolanları görüp, algılayabileceğimizi vurguluyor .

"Yansıtma Yasası".
 
----------------------------------------------------------------------------------------------------
 
Gül Yaprağı
Uzakdoğu’da bir budist tapınağı, bilgeliğin gizlerini aramak için gelenleri kabul ediyordu. Burada geçerli olan incelik, anlatmak istediklerini konuşmadan açıklayabilmekti.

Bir gün tapınağın kapısına bir yabancı geldi. Yabancı, kapıda öylece durdu ve bekledi. Burada sezgisel buluşmaya inanılıyordu, o yüzden kapıda herhangi bir tokmak veya çan, zil yoktu. Bir süre sonra kapı açıldı. İçerideki budist rahip, kapıda duran yabancıya baktı. Bir selamlaşmadan sonra sözsüz konuşmaları başladı.

Gelen yabancı, tapınağa girmek ve burada kalmak istiyordu. Budist bir süre kayboldu. Sonra elinde ağzına kadar suyla dolu bir kapla döndü ve bu kabı yabancıya uzattı. Bu, yeni bir arayıcıyı kabul edemeyecek kadar doluyuz demekti.

Yabancı, tapınağın bahçesine döndü. Aldığı bir gül yaprağını kabin içindeki suyun üstüne bıraktı. Gül yaprağı suyun üstünde yüzüyordu ve su taşmamıştı içerideki budist rahip saygıyla eğildi ve kapıyı açarak yabancıyı içeriye aldı. Suyu taşırmayan bir gül yaprağına her zaman yer vardı
HANCI
 
O bir yolcu sen bir hancı
Gördüğün en son yalancı
İçinde ki serin sancı
Gitmez dedim kaldı gönül

Sen istedin ben dinledim
Senden ayrı olmaz dedim
En sonunda bende sevdim
Şimdi beni kurtar gönül
Site Sahibi
 
Myspace LayoutsMyspace LayoutsMyspace Layouts MuRat Lokman
GooGle
 


Web'te Türkçe


 
Her hakkı saklıdır © 2008 | HANCI | MuRat Lokman Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol